Arşiv

Posts Tagged ‘ekoloji hareketi’

Kendime dair

Haziran 17, 2022 Yorum bırakın

Yıllar içinde çok şeye dair notlar aldım, bu kez de ‘kendime dair’ olsun istedim.

İstanbul doğumluyum. Memleketim, yerim, yurdum, köyüm diye bildiğim, kendimi ait hissettiğim bir ülke/bölge, mekan olmadı hayatımda. Her ne kadar ‘şehir çocuğu’ olsam da çocukluğumda, daha önce hiçbir bağımızın olmadığı, Malatya ve köylerinin hatırı sayılır etkisi oldu. Doğayla, hayvanla ve beyaz Toros’larla ilk temaslarım orada gerçekleşti. Ergenlik ve gençlik yıllarımı da Ortadoğu’nun savaş, afet ve yoksulluk krizlerinin en derin yaşandığı bölgelerde geçirdim. Bir başıma ve çok genç yaşlarda, hiç bir maddi amaç ve kaynak olmadan dünyanın ‘öteki’ yarısını arşınlamıştım. Nitekim insan, biraz yediği biraz gördüğü biraz da yaşadığı kadar oluyor. Orta yaşlarımdan itibaren de dünyanın diğer yarısını görmeye başladım diyebilirim. Pek çoğumuz gibi günü geldi kaçak, günü geldi tutsak oldum. Muhafazakar/gelenekçi ya da seküler/modernist mahallerde bu mahallelerin sakini olmadan bildiğini okumak ve yapmak, mahallenin aykırı sesi olmak yorucu ama bir o kadar da özgürleştirici ve öğretici imkanlar sunuyor. Çok yol yaptım, yoldan çıktım, çok yoldaş edindim ve yine yolda pek çoğunu kaybettim. Dolayısıyla sosyal ve siyasal bilimler dışında, şehirde ve kırsalda, zorlu koşullarda yaşayabilme kabiliyetlerime ve deneyimlerime de az çok güveniyorum.

Maalesef bir ustalığım, çıraklığım, zanaatım, sanatım, mesleğim, diplomam olamadı. Bunun eksikliğini son yıllarda iyice hissetmeye başladım. Çevremdeki hemen herkesin elinden bir şeyler geliyor, var olsunlar : ) Gençlik dönemimde müzikle dinleyici olma ötesinde bir ilişkimin olmasını ya da marangozluktan, tarımdan az çok anlamayı isterdim. Orta yaşlara kısmet oldu.

Birbirini seven, koruyan, kollayan bir ailem var. Ama hiçbirimiz küçük yaşlardan itibaren bir aile içinde, bir çatı altında büyüyemedik, yaşayamadık. Son yıllar belki de en çok görüştüğümüz, beraber olabildiğimiz yıllarımız. Umarım bundan sonra çok daha fazla beraber olabilecek ve daha fazla beraber yaşayabileceğiz, üreteceğiz, paylaşacağız…

Babalık nedir bilmiyordum, görmemiştim. Doğduğundan beri ayda bir hafta on gün beraber olabildiğim oğlumla artık bir seneyi aşkın süredir baba oğul beraber yaşıyoruz. Sıkıntıları ve zorlukları çok evet, ancak bizim için yeri hep ayrı olan ilk yuvamızı inşa ettiğimiz (şuan yıkılmış olsa da) ve yedi yıl boyunca her ay İstanbul’dan gelip gittiğim Kaz Dağı eteklerinde yaşıyorum artık. Belki de önümüzdeki yıllarda ailem de buralarda olacak, adımlar atmaya başladık, hayırlısı…

Fikir/düşünce, eylem, hareket, araştırma, tavır, rapor, analiz, kitap, itiraz, makale, yorum, haber, kavga vs. Bunların hepsi çok önemli üretimler, emekler, bedeller. Her biri insana, doğaya, topluma doğrudan dokunan, düşüren ve kaldıran değerler. Nedenlerle sonuca uzun uzun bağlayamam ama politik olmayı, toplumsallaşmayı, toplum bilimini ancak aile olabildikçe, aileyle olabildikçe, baba olabildikçe kendimce çok daha net okuyabilmeye, anlayabilmeye başladım. Son yıllarda çok sosyal biri olmasam da toplumsal hayatım bireysel yaşamımdan önde oldu her zaman. Toplumdan, hatta toplumun en aşağısından hiçbir zaman kopmasan da, hayatını onlarla kursan da bir aile içinde yetişmek, bir yavru yetiştirerek yetişmek gerekiyormuş, en azından benim için. – Asla çocuk yapma tavsiyesi değildir : ) – Aynı şekilde doğadan, öyle kırsal bölgelerden değil yabani doğadan hiç bir zaman kopmasan da, ne kadar doğayla bütün hissetsen de, toprak ve suyla somut bir ilişkiye girmeden -hatta genel tarıma mesafeli olsam da ve doğayı sadece madde olarak görmesem de- bir üretim ilişkisine girmeden, ekip biçmeden, toplamadan, ilgilenmeden, toprağa litrelerce ter dökmeden bu ilişki ve iletişim olması gerektiği kadar sağlam ve sağlıklı kurulamıyor. Toplum ve doğa insanın, ekin ve nesil ise toplumun iki temel ayağı. Halklaşmadan ve halkın içinde olmadan yapılan şeyler ne kadar toplumsal olabiliyorsa doğalaşmadan ve doğanın içinde olmadan da yapılan şeyler o kadar doğal olabiliyor.

Her ne kadar yıllardır görünür alanlardan ve sosyal medyadan kendimi geri çekmiş olsam da siyasal, sosyal ve ekolojik çevrelerde kendi çapında tanınan, fikir alışverişi yapılan kişilerdenim. Evet, çoğunluğa göre yaşanılması zor şeyleri deneyimlemiş, üstesinden gelebildiğim kadarıyla gelmiş, dolu tanıklıklar, gözlemler, anılar sığdırmış olsam da hayatıma, döngüyü yeni yeni anlamaya başlıyorum. Belki geç oldu belki de tam zamanında, doğal akışında, bilemiyorum. Biraz yaşımın biraz da yeni köylü olmamın payı olacak ki bilmediğimi en yoğun hissettiğim bir süreçteyim. Kendimi kendimce biliyorum ama bu son süreçle beraber genelin ve normların çok dışında seyreden hayatımın getirileriyle beraber götürülerini de görebiliyorum artık.

Sosyal medyaya her zaman mesafeliydim. Sanal dünyayı sahici görmüyor değilim; gayet gerçek, en etkili alanlardan biri ama hızlı. Hızlı olan her şey gibi tükenen ve tüketen. Kişisel kullanımlarım dışında aktif olmayı tercih etmedim. Sosyal medyayı esas politik mecra gibi kullanan koca bir muhalefet var ülkemizde, hatta devrimci tavır var. Bundan bilinçli olarak uzak durdum, iyi ki durmuşum. Kentlerden ve sosyal medyadan uzak kalmayı bilahare konuşuruz. Ama sıkça sorulmaya başlandığı için şunu belirteyim ki bireysel yaşama dönmedim, inzivaya ya da kenara çekilmedim. Ortadoğu ile olan bağım ölene kadar devam edecek gibi. Artık herkesin Ortadoğu uzmanı olduğu şu günlerde minimal seviyede tutabiliyorum en azından : ) Dediğim gibi yabani hayata az çok aşina olsam da ekip biçme, tarım ve çiftçilikte kat edilecek çok yolum var. ‘Doğal ve zehirsiz tarım’, ‘temiz beslenme’, ‘ekolojik yaşam’ teorileri, söylemleri ve iddiaları çok kolay, çok tatlı ve romantik. Ama maalesef böyle bir şey yok. Hem küresel nedenleri var hem ekonomik yetersizlikler hem de ‘doğal yaşam ve ekoloji’ alanlarındaki ‘beyaz’, bireyci ve popülist baskın havalardan kaynaklı sorunlar var. Ama olabildiğince doğalı, temizi, zehirsizi ekolojik olanı için çabalayan, bireysel değil kolektif ve toplumsal bilinçle hareket edenler de az değil. Bu da başka bir konu. Velhasıl şuan sadece öğreniyorum. Öğrenirken öğretici de olabilecek kadar öğrenmem, deneyimlemem gereken şeyler var. Toplayıcılıkta fena sayılmam ama tarım benim için yeni bir dünya. Şehirlerdeki kadar olmasa da buralarda da geçinmek zor. Çocuğunla tek başına olmak daha da zor. Bulunduğum bölgedeki yeni köylülerin çoğuyla yerli köylülerin de bazılarıyla az ya da çok ortak işler yaptım, her birinden bir şeyler öğrendim, her birine gittim: “Ne yapabilirim? İster işçi olarak ister ortak olarak ben varım.” Dedim. Çağıranlara ve yevmiye işlere gidiyorum, öğrenmeye devam ediyorum. Bugüne kadar izleyen, çıraklık ve amelelik yapan, soran oldum. Artık yavaş yavaş kendi sorumluluğumda olan işlere başlamış bulundum. Bu yıl benden bir şeyler olmuş mu olmamış mı göreceğimiz bir sezon olacak : )

Sınıfsal çelişkiler, ataerkil ya da siyasal–sosyal krizler vs. Hepsine ‘iktidarcılık’ sorunları diyebiliriz. İnsanların insanlıktan kopuşu özel mülkiyetten ya da erkeğin kadına tahakkümünden de önce, insanlığın doğadan kopuşuyla başladı. Zihnen doğaya aitlikten doğaya sahipliğe sapan insanlık, hemen ardından kadına tahakkümün temellerini atmış oldu. Sonra mülkiyet ve dolayısıyla sınıflar ve sınırlar belasına kul oldu. Cennetten kovulma meselesi tam olarak budur. Tüm anlatılarda ve tasvirlerde cennet denilen yerin aslında ilkel dünya ve ilkel komünal toplum olduğunu rahatlıkla görebiliriz. Hülasa demem o ki kalıcı ve sahici çözümler ekolojik olanlardır. İnsanın yuvasında, doğasında yani doğada yaşamadığı, yeryüzü ve evrenle tam uyum ve döngü içinde yaşamadığı ‘başka bir dünya’, başka bir dünya değil başka bir cehennemdir. Toplumsallığın en güçlü yatağı olan doğadan akmayan benlikler ve bizlikler sadece yığın ve kitle olarak kalmaya mahkum oluyor. Kendimizi kısmen de olsa özgür sanan, tarihin en düşürülmüş ve kentlere hapsedilmiş ya da bağımlısı yapılmış köleler olarak ‘kazanım’ dediğimiz kırıntılarla avunuyoruz. Modernistler ve gelenekçiler ya da doğrusal akla saplanmış olan ‘ilericiler’ ve ‘gericiler’ birbirleriyle çatışıp bir yandan birbirlerinden beslenirken bir yandan da mevcut iktidarlara ihtiyaç duydukları zemini hazırlıyorlar. Yeryüzüyle ve evrenle uyum içinde olmadan -ki onun yolu döngüselliktir- birbirimizle barış içinde olmamız imkansızdır. Yapay kentlerde yapay besinler ve yapay ilişkilerle örülü hayatımızdan doğal söylemlerin, eylemlerin, çözümlerin ve fikirlerin, barışın çıkması imkansızdır. Şuan her ne kadar kabaca ‘beyaz’ görünse de pek yakında aşağılardan ve ötekilerden örülen ekoloji hareketi barışın, özgürlüğün ve emeğin beşiği ve hatta toplumun varlık hareketi olacaktır.