Arşiv

Posts Tagged ‘sol’

Muhalefet her şeye rağmen kaybetmeyi nasıl başardı?

Mayıs 29, 2023 1 yorum

Muhalefetin büyük bir çoğunluğu ve özellikle de sosyal medya muhalifleri her zamanki gibi büyük laflar etmeye başladılar. ‘Ben demiştimciler’ genellikle ya sandık güvenliği, hile, hırsızlık, şaibe, seçimin adaletsizliği üzerinden ya kazanamayacak aday söylemleri üzerinden ya Kılıçdaroğlu’nun bazı son hamleleri üzerinden ya da milletin sürü olduğu üzerinden yenilginin nedenlerini tespit ve teşhis ediyorlar.  Nitekim herkes siyaset bilimci, sosyolog, araştırmacı. Tabi ‘yenilmedik gayet iyiyiz, hadi yeniden başlıyoruz’ diyen motivasyoncularımız da az değil. Aynı şeyleri tekrar ederek farklı sonuç beklenmez.

İhtiyacımız olan şey motivasyon değil muhasebe, değişim, dönüşüm.

Yine, muhalefetin el birliğiyle kaybetmek için her şeyi yaptığı bir seçim sürecini geride bıraktık.

Saray ittifakına kazandıran tek şey muhalefetin aksine toplumu bilmesi, tanıması. Muhalefete kaybettiren tek şey de toplumu tanımaması. Sol seküler kesimlerin büyük çoğunluğu bu ülkeye, doğuya, ortadoğuya hep yabancı oldular.  Solculuk ve sekülerizm olması gerektiği gibi aşağıdan değil yukarıdan ve dışarıdan olageldi ülkemizde ve bundan dolayı yerlileşemedi. Merkez soldan devrimci solculara kadar bu hep böyleydi. Elbette istisnalar var.

Türkiye’yi Batı ülkesi olarak gören ya da bunu hedefleyen, söylemini, eylemini bunun üzerinden kurgulayan hiçbir siyaset bu ülkenin yerlisi ve asli unsuru ya da çoğunluğu olmadı ve olamaz.

Millet İttifakı da Emek Özgürlük İttifakı da Anadolu ve Mezopotamya’nın damar yollarına ısrarla, inatla ve anlam verilemeyen bir umursamazlıkla kör kaldı, tanımadı, tanımaya çalışmadı. Saray’ın kendini güvende hissetmesinin ve kazanmasının tek nedeni budur. Bu seçimi bile kazanamayan muhalefet -özellikle sol seküler muhalefet- özelde Anadolu ve Mezopotamya ile genelde Ortadoğu ile barışmadıkça en azından tanışmadıkça hiçbir seçimi kazanamayacaktır. (Dış siyaset üzerinden ele alırsak; ABD-Batı’nın süper güçlerine rağmen her doğu hamlelerinin fiyaskoyla sonuçlanmasının, eline yüzüne bulaştırmasının tek nedeni de budur. Rusya, Çin ve İran buraları her zaman Batı’dan daha iyi bilirler ve oynarlar)

Seçimlerin adaletsizliği ve her gelen seçimin daha adaletsiz olduğu bilinmeyen ve beklenmeyen bir şey değil. Seçimlerden sonra adil bir sürecin yaşanmadığını öne sürmek beyhude bir kaçıştır. Yine hile, hırsızlık, şaibe ve sandık güvenliği söylentileri yenilgilerin asıl sorumlularının milleti oyalama ve hedef şaşırtma klasik taktiklerinden biridir, hesap vermesi gerekenlerin sığınağıdır. Zinhar sürü olmayan bilinçli, aydın, muhalif politik kitlemiz her defasında bu tuzağa düşer durur. Her seçimde yaşanan (ve seçim sonucuna etkisi çok çok sınırlı olan) hırsızlık ve hileler partilerin ve yöneticilerinin kendini aklama operasyonuna dönüşür. Ki varsa ciddi boyutta bir hırsızlık bu da muhalefet partilerinin ve yöneticilerinin beceriksizliğidir, halkın değil.

Sorun sandıkta değil millette değil muhalif siyasettedir.

Saray her şeye rağmen kazanmadı, muhalefet her şeye rağmen kaybetti.

Sonuç olarak Türkiye ikinci yüzyılına Kemal Kılıçdaroğlu’na rağmen demokratik bir cumhuriyetle değil despot otoriter yağmacı bir rejimle girmeyi tercih etti.

Güçlü kadın hareketlerine rağmen, kadın düşmanı denilen cumhur ittifakının en büyük destekçileri neden kadınlar, seçmenlerinin büyük çoğunluğu neden kadınlar sorusunun cevabı da burada saklı.

Bilimsel siyaseti ağızlarından düşürmeyenler her seçim sonuçlarında gün gibi ortaya çıkan gerçeklere her seçimde kör kalmayı tercih ediyorlar. Mesela 7 Haziran’da HDP’nin başarısını (ki bana göre çok daha iyisi kolay ve mümkündü) Kürt ve Sol ittifakının başarısı olarak okuyanlar ve lanse edenler, sandık sandık gelen oyların nereden geldiği giden oyların nereye gittiği tartışmasız bir şekilde ortada iken büyük bir çarpıtmaya imza atmışlardı. Bir sonraki seçimlerde ders alırlar ve ona göre davranırlar herhalde diye beklerken hayrete düşüren, yok artık dedirten adımlar tüm eleştirilere, önerilere, araştırma sonuçlarına rağmen inatla atılmaya devam edildi.

Muhalefet partilerine bu halk yani bizler denize düşen yılana sarılır misali her şeye rağmen sarıldık, ki bu pervasız umursamazlığın bir nedeni de yöneticilerin buna güvenmeleri oldu.

Muhalif partiler hak ettiklerinden ve beklentilerimizden fazla bile destek gördüler. Seçim sonuçlarıyla ilgili muhalif partilerin yetkilileri, sürecin mimarları ve yöneticilerinden başka bir sorumlu aranmamalıdır.

İçinde bir iki özeleştiri ve muhasebe kelimesi geçen açıklamalarla, vitrindeki görünür bir iki alt sorumlunun günah keçisi yapılarak harcanarak yapılan göz boyamalarla alınacak bir yol kalmadı. Önümüzdeki seçimlere aynı kafayla gidilmesi CHP ve HDP başta olmak üzere muhalif partiler için intihar olacaktır. Zaten bu seçimde alenen başarısız bir intihar girişiminde bulunuldu sayılır.

Zihniyet, bilinç, paradigma ve perspektif sorunu yenilginin asli stratejik tek nedenidir.

Bu sorunun seçim süreçlerine yüzlerce yansıması oldu elbette. Bu seçim çok kolay bir şekilde kazanılabilecekken bu ana sorundan kaynaklı kaybedilmesinin taktiksel birkaç nedenini de paylaşalım.

– Saray’a karşı tüm muhalefetin taktiksel olarak sandıkta değil de stratejik olarak siyasette birleşmesi ve bunun vitrine yanstılması. Yani altılı masanın kendisi ve HDP’nin dolaylı desteği. Bu koca koca siyasiler nasıl oldu böyle bir hatayı yaptılar inanılır gibi değil. Ki hata demek az kalır. O kadar emin ve kararlı bir şekilde yaptılar ki biz herhalde bilmediğimiz başka şeyler var çıkar kokusu diyerek şaşkınlıkla aylarca uyarılarımızı da yapa yapa izledik. Bu, apaçık AKP-MHP’den kopacak seçmenlere kopmayın bırakmayın demekti. İktidarın sadece kendi mahallesine/tabanına tutunarak, sadece onların alkışlarını alarak kazanması mümkün.

Kamplaşmalar her zaman iktidarcı çoğunluğun lehinedir.

Muhalefet için böyle bir şey söz konusu değil ancak yıllardır aynı şeyler yaşanıyor, yıllardır bu tuzaklara düşülüyor. Muhalefet için tek bir yol vardı iktidar seçmenini kazanmak, onlara dokunmak, farklı mahallelere girmek ve onların alkışlarını almak. Bu çok net bir gerçekken yine özellikle sol seküler muhalefet tüm söylem ve eylemlerini kendi mahallerinden alkış alma popülist kolaycılığı üzerinden kurdu. Kılıçdaroğlu’nun ‘helalleşme’ başta olmak üzere en etkili ve doğru hamleleri başından beri -hem CHP içindeki hem dışındaki- işte bu odaklar tarafından engellendi. Sorumlu aranıyorsa millette ya da sandıklarda değil seçimleri devrim zanneden, kendi mahallesinden daha çok alkış daha çok like almak için Saray’dan çok Kılıçdaoğlu’na köstek olan, karşı mahallelerden geçişlere bariyerler kuran popüler cadde muhaliflerinde aranmalı.

Altılı masa içerisinde bu yanlışla ilgili Karamollaoğlu ve Davutoğlu’nun uyarılarından haberdar olduk. Ama diretmeleri gerekirdi. Yapılacak şey çok basitti. Bir sağ merkez muhalefet ittifakı bir sol merkez muhalefet ittifakı bir de HDP öncülüğünde üçüncü yol ittifakı ile seçimlere her ittifak kendi adayıyla girecekti. Hem mecliste mutlak çoğunluk cepteydi hem de ilk turda Erdoğan’ın kazanması ihtimali söz konusu bile değildi. Ki kazansa bu ilk turda kazanırdı zaten, kazanması için muhalefet her şeyi yaptı, Saray lehine olabilecek her şey yapıldı. İlk tura muhalefet 3 ayrı ittifakla ve adayla tamamen kendi ana kanalları üzerinden gireceklerdi. İkinci turda Erdoğan’ın karşısına kim kalırsa destekleriz denilecekti, o kadar. Kılıçdaroğlu en az 55 ile kazanacaktı. Her şey bu kadar basit ve garanti iken böyle bir garabete neden imza atıldı? Hem AKP-MHP’den kimsenin kopmaması sağlandı, -hem HDP’nin aşağıda ele alacağımız yanlışları yüzünden radikal demokrasi değil milliyetçilik kilit rolü oynadı- hem de altılı masanın sağı solu birbirini kilitledi, HDP de zaten dolaylı olarak ister istemez tüm altılı masayı kilitlemiş oldu. Hele hele Kılıçdaroğlu’nun adaylığında mutabakat olmadan altılı masanın kurulması ve ilan edilmesi öngörüsüzlükle açıklanabilir bir hata değil. Cumhur ittifakı bu sürece minnettar oldu. Tam ‘kaybediyoruz, dağılıyoruz, bitiyoruz’ havasına girmişlerdiki altılı masa ilanı ve akabinde Akşener’in darbe girişimi ve Emek Özgürlük İttifakı’nın ‘devrimi yaptık sonrasında neler yapıyoruz’ rahatlığıyla alınan kararları, adayları, söylemleri AKP-MHP’ye derin bir nefes aldırdı ve rahat sakin bir şekilde kitlelerini tutarak seçime gittiler.

– HDP’nin seçim komisyonunun aday tercihleri, iki dönem kuralının kişiye göre uygulanması ya da uygulanmaması, ittifak işlerinde istişare ve eleştirilere gittikçe daha da kör kalınması ve hatta dayatmaları tabandan kopuş sinyallerine, Kürt seçmenlerin katılım rekoru kırması beklenirken katılımın azalmasına, seçmenin sandığa küsmesine, oy artışı garanti iken çok büyük bir başarı! ile oy kaybetmesine neden oldu. Bu seçimlerin en büyük başarısızlığı HDP’nindir. TİP’in kendisini en başarısız olarak konuşmaya gerek yok. TİP meselesinin sorumluları da TİP değil HDP yöneticileridir. TİP kendinden beklenenleri yaptı. En büyük uyarılar, eleştiriler onlara yapıldı. Yüzde 3’ün imkansız olduğu, hayal olduğu, en fazla 4 vekil çıkarabileceği, yarardan çok zarar olacağı binlerce kişi tarafından binlerce kez söylendi. Ama inatla parti olarak girildi. Saraya değil muhaliflere kaybettirildi. Verilen oyların en az yarısı TİP’e de gitmedi bütçesel karşılığı da siyasi karşılığı da kocaman bir sıfır oldu. Nerden baksan tutarsızlık, zarar, ziyan… Oysa tek listeyle yine 4 vekil kazanabilirlerdi, bu kadar haklı eleştiri ve itham yemezlerdi. HDP tepki görmez, seçmenlerini küstürmez, seçmendeki ‘ne yapsak ne etsek olmuyor’ haleti ruhiyesi beslenmezdi. Hem HDP hem TİP siyasi olarak çok daha karlı çıkabilirdi. Ama eleştirilere kör kalmakla da yetinilmedi itham edildi hatta yaftalandı.  Her neyse TİP meselesini gerçekten uzan uzadıya konuşmaya gerek yok.

Kesin olan bir şey var; ne beraber direndik ne de beraber kazandık. Ama beraber kaybediyoruz.

Bilimsel siyasete göre her şey her niyet ve art niyet çok açık seçik ortada. HDP, Yeşil Sol, TİP vd meselelerle ilgili önceki yazımdaki (Konuşma sırası şaşırmayanlarda) notlara göz atılabilir.

Kısacası Kürtler milli sorunları başta olmak üzere, hak, emek, adalet, özgürlük ve barış mücadelelerinin ve bedellerinin ‘başkalarının’ ideolojik bagajı yapılmasından rahatsızlar. Bu rahatsızlık yeni değil, 7 Haziran’da da vardı ancak gittikçe önü alınamaz ve telafi edilemez kalıcı hasarlara yol açmaya başladı. Yine bu rahatsızlık birilerinin çarpıttığı gibi sol ile ittifak kurma rahatsızlığı, sol-sosyalizm rahatsızlığı değil.

HDP bu seçimde daha özüne dönmesi gerekirken, sokakların, asıl tabanı olan yoksul mahallelerinin sesine daha çok kulak vermesi gerekirken, deprem gibi ağır bir süreç içerisinde tüm tartışmalarını ve vaktini sol partilere ayırmıştır. Biraz toparlar, bölge siyasilerine ve ittifakına ağırlık verir, ulusal ve dini kesimlere biraz yüzünü döner, halkın isteklerine kulak verir beklentilerinin tersine yüzünü tamamen -yoksul solculara da değil- orta sınıf popülist solculara dönmüştür. Twitter gerçekliğine en uzak tabanı olan parti HDP’dir (en yoksul emekçi tabanlı parti HDP olduğu için) ama en çok sosyal medya üzerinden şekillendirilen parti de HDP’dir. HDP TİP değildir, öncelikle bunu bilmesi gerekir. Katılımın azalmasının ve oy kaybının tek nedeni budur. Yüzünü biraz olsun farklı kesimlere ve öz tabanına dönen bir HDP rahatlıkla 15’i alabilir. Elbette bu temel neden dışında her seçimde olan alt nedenler var. Zorluklar, baskılar, saldırılar, hileler, yeni bir parti ismi ile kısa sürede seçime girilmesi, yeni partinin isminde ‘sol’ olması, adından ‘yeşil’ olmasına rağmen bu seçimde HDP/Yeşil Sol başta olmak üzere muhalefet partilerinin vaatlerinde, seçim propagandalarında ve aday listelerinde tarihi doğa kırımların yaşanmasına rağmen ekoloji ve ekolojistlerin esamesinin okunmaması vd pek çok şey sıralanabilir. Ama bunların hiçbiri bahane değil ve asıl neden değil.

HDP başından beri kapısında karşılıksız girmek için bekleyen yüzde 5’i durdurup içeri girmek istemeyen yüzde 2’yi zorla rica minnet tavizlerle büyük alanlar/imkanlar açarak içeri almak için çabalıyor.

Ancak günün sonunda tüm olumsuzlukların bedelini müttefikler değil emektar, cefakar ve fedakar halk ödüyor.

Sosyal medya ve orta sınıf mahallelerinden, caddelerinden, sahil şeridi kentlerinden asla görülemeyecek siyasi olgular, tarihsel ve toplumsal gerçekler var. Farkına bile varılmadan bedeli ağır olan, sonucu etkileyen hatalar yapılıyor. CHP’nin de HDP’nin de aşması gereken tek eşik bu.

CHP kendi mahallesinin alkışlarından taviz vererek, kınamalara kopmalara aldırış etmeden bu eşiği aşabilir. Ki Kılıçdaroğlu ile epey mesafe kat etti. Bunca mesafeden sonra faturayı Kılıçdaroğlu’na kesip geldikleri yere dönerlerse kendileri kaybederler.

HDP için ise çözüm kolay, tek yapması gereken kendi tabanına, sokaklarına, mahallelerine dönmek.

Hasılı kelam, Anadolu, Mezopotamya ile barışmak ve tanışmak, ‘Türkiye’yi Ortadoğu bataklığından kurtarmak’ değil, Türkiye’nin Ortadoğu ile kopmaz bağını kabul etmek gerekir. Aksi halde Erdoğan gider Bayraktar gelir, her seçimin sonucu benzer olacaktır.

Direnelim ama hakikat ile

Aralık 10, 2019 Yorum bırakın

#Direnen hakikat
Şu da bir gerçek ki; yozlaşan, ahlaksızlaşan, pislik içinde debelenen, battıkça batan sadece sistem-devlet-iktidar-ataerki ve yandaşları değil.

-Elbette bu bir genelleme ve istisnalar var-

Modernistler ve gelenekçiler, sekülerler ve muhafazakarlar, ilericiler ve gericiler, iktidarlar ve muhalefetler ve hatta solcular ve sağcılar…Ekonomiden ekolojiye, kadından topluma, bilimden inanca, üretimden tüketime hemen her alanda; doğaya, ahlaka, adalete, barışa, sevgiye, döngüye karşı aynı uzaklıkta, aynı karşıtlıkta ve hatta aynı saldırganlık içerisindeyiz. Bir bütün olarak lanetlendik ve helak oluyoruz.

‘Aydın insan’, ‘bilgin insan’, ‘bilge insan’ yakıştırmalarını da kimseye bırakmayız.. Öyle ya, biz çok aştık, öyle böyle değil, çok şey biliyoruz, çok okuyoruz, aşırı doğru şeyler yazıyoruz, konuşuyoruz, yapıyoruz, yıktık yıkacağız, devirdik deviriyoruz. Sayemizde her şey çok güzel olacak!

Bilakis. Döngüden kopan insanlık zıtlarıyla var olur ve varlıklarıyla zıtlarını besler hale geldi. En temizlerimiz bile düşmanlarının araçlarıyla amaçlarından sapıyor, gerekeni yapmanın değil büyük işler yapmanın hazzıyla düşmanlaşıyor, toplumsallığa iktidarı, kadına erki, doğaya uygarlığı taşıyoruz. Yorulanlarımız ise bireyciliğe kaçıyor.

Büyüyen iletişim ile gittikçe küçülen ilişkiler içerisinde, artan kalabalıklarla gittikçe yalnızlaşan bireycikler nerede ve ne kadar bir arada ve örgütlü olurlarsa olsunlar kazandıkça ve büyüdükçe kaybederler.
Hızlandıkça varoluşumuzdan uzaklaşan ve kopan, yuvası olan doğa ile; kötülerin saldırganlık ve sömürü, iyilerin ise -doğada yaşasa dahi- kullanma ve tüketme dışında bir bağ kuramadığı uygar insanlık olarak iki ucu pis değneğe mahkum, aldık başımızı gidiyoruz.

Kim olursa olsun, hangi kesimden olursa olsun zalime karşı mazlumdan yanayız. İnancı, düşüncesi, yaşam tarzı, partisi, örgütü ne olursa olsun her zaman güçlüden, muktedirden değil güçsüzden, ezilenden, mahrumdan yanayız. Mücadele ediyoruz, direniyoruz, bedel ödüyoruz. Eyvallah, baş göz üstüne.
Ama yetmez, yetmiyor.

Hakikat arayışımız olmadan, hakikate sadakatimiz olmadan insan olamıyoruz, insan kalamıyoruz.

Doğrusallıktan döngüselliğe dönemiyoruz.

Yoldan çıkmadan menzile varamıyoruz, varamayacağız.
Yarın barış yurduna varmak üzere…

İnsan Barışla Yaşar

Metin Yüksel suikastı ve ardındakiler

Şubat 23, 2013 1 yorum

82937426_187052775707509_483467619354017792_n

Metin Yüksel’in sonradan vekilliğe terfi ettirilen ülkücü tetikçileri tarafından neden öldürüldüğü 23 Şubat 1979’dan beri herkesin bildiği ama sustuğu, üstünü örttüğü bir soru.

28 Şubat’ın failleri ve amaçları ile Metin Yüksel suikastının failleri ve amaçları aynıdır. Tasfiye edilen toplumsal çizgi da aynıdır. Toplumsal-siyasal islami hareket hem yerel hem uluslararası düzlemde sağ/batı blok karşısında ve sol/doğu blok ittifak haldeydi. Zihin dünyası sistem, devlet, sınır ve sınıf karşıtı bir söylem ve eylemle aksiyon alıyordu. Önce bu sol islamcılığı tasfiye edip İslami kesimin öncülüğünü sağ islamcılığa teslim ettiler. Sonra içi boşaltılmış İslamcılığa da gerek duymayarak doğrudan devletçi-milliyetçi militarist, saltanatçı, sistemci, ahlaksız bir bataklığa gömüldüler. Metin Yüksel suikastı ve 28 Şubat darbesinin esas amacı gayesi buydu. Başardılar.

Her 23 Şubat’ta Fatih Camisi’nde Metin’i anmak için toplanan İslamcılar hep konuştular ama ağızlarından ‘Kürt’, ‘Kürdistan’, ‘milliyetçilik’, ‘ülkücüler’, ‘Kürtçe’ kelimelerinin çıktığını hiç duymadım. Sadece şehit ve şehadet edebiyatı yapılır, ümmetçilik vurgulanır üstüne basa basa, İslam dünyasının şehitleri anılır. İsrail’e kahrolsun denilir. Bu kadar. Gerçi şimdi ümmetçilik bile kalmamış, milliyetçi muhafazakarlar -yani Metin’in katilleri- Türk bayraklarıyla bizzat Metin’i anar olmuş.

Oysa Müslüman bir genç olan Metin’in öldürülmesinin sebebi İslamcı ya da Müslüman olması değildir. Metin Kürt olduğu için, Kürt olduğunu saklamadığı için, Fatih’in duvarlarına Kürtçe sloganlar yazdığı için, yoksul halkla dayanıştığı için, antikapitalist ve antiemperyalist olduğu için, devlet/düzen karşıtı olduğu için, ‘yeşil komünist’ olduğu için ülkücü tetikçiler eliyle sağ blok tarafından öldürüldü.

Gençlik içerisinde öncü rolü benimsenen Metin öldürülmezse, hak ve adaletten yana olan toplumsal İslam çizgisini tasfiye edemeyeceklerdi ve sağ-sol çatışmasında sağ bloka eklemlenmeye çalışılan Müslüman gençliği sistemci-devletçi sağ bloğa yamamaları zorlaşacaktı.  Ülkücüler Metin’in “Kürtçü ve ‘yeşil komünist” olduğu için, Fatih’i solculara açıp sağcılara dar ettiği için cezalandırıldığını itiraf ederler. Metin İslamcıların tüm körlüklerine rağmen Kürt kimliğine, halkının ezilmişliğine ve haklarına kör kalmamış,  Kürtçe dahil 4-5 dilde sloganlar, afişler hazırlamış ve duvar yazılaması yapmış, ‘en büyük ibadetin hakkı müdafa etmek’ olduğunu söyleyecek kadar en büyük sözünü kendi mahallesine karşı söyleyen, ‘sınırsız, sınıfsız İslam toplumuna’ diyebilecek kadar cesur bir gençti.

Metin’i milliyetçilere öldürten sebepler bunlardır, bunların üstünü senelerdir örten de bu cinayete ortaklık edenlerdir. Cami avlusunda Metin’in tekbir sesleriyle katledildiğini unutmayın. Milli Türk Talebe Birliği, Ak Parti gençliği ve kayda değmez diğer İslamcı-Türkler Metin’i sahiplenmişler anıyorlarmış. Tayyip’in dava arkadaşıymış Metin! Hadi oradan!

Hak ve adaletten yana olanların, özellikle de Kürt halkının ve örgütlerinin Metin’e sahip çıkması gerek.

Metin’in kardeşleri, Metin’in katilleriyle hesaplaşanlardır!

23 Şubat, Hepimiz Metin’iz…

İnsan Barışla Yaşar – Muhammed Cihad Ebrari